Haluk Erdemol
herdemol@yahoo.com
Bir kan davası
Paolo Saverini’nin dul karısı oğlu ile birlikte Bonifacio kasabasının surları civarındaki kötü bir evde oturuyordu. Dağların bir uzantısı üzerinde kurulu ve yer yer denizin üzerinde asılıymış izlenimini veren bu kasaba sivri kayalarla dolu dar bir boğazdan Sardunya Adası’nın alçak kıyılarına bakar. Daha aşağı tarafta, iç kısımda, kayalık kıyıdaki bir açıklık devasa bir koridor görünümüyle kasabayı tamamen çevrelerken liman görevini de üstlenir. Sardunya’dan ve İtalya’dan gelen küçük balıkçı tekneleri ile iki haftada bir Ajaccio seferini yapan eski ve soluğu tükenmiş buharlı gemi denize dimdik inen iki kaya duvarı arasından uzun ve dönemeçli bir geçişten sonra kıyıdaki evlerin hemen altında demir atardı.
Beyaz dağın üzerine kümelenmiş evler daha beyaz iz bırakırlar dağda. Bu evler büyükçe gemilerin geçmeye cesaret edemediği bu amansız boğaza bakan kayalara asılı yabanıl kuş yuvalarına benzer. Hiç dinmeyen rüzgâr zaten iyice aşındırmış olduğu ve üzerinde seyrek otlardan başka bir şeyin bitmediği çıplak kıyıyı ve denizi dövüp durur, her iki yanını törpülediği boğaz boyunca kükreyip ıslık çalar. Deniz yüzeyinin üzerinde uç vermiş sayısız kayalara takılan soluk köpük izleri deniz üstünde yüzen ve savrulan bez parçalarına benzer.
Dul bayan Saverini’nin evi uçurumun kenarına sımsıkı yapışıp durur ve evin üç penceresinden bu yabanıl ve hüzünlü manzaraya bakardı.
Kadın bu evde oğlu Antoine ve Semillante adındaki kaba tüylü ve kemikleri gözüken dişi bir köpekle birlikte yaşıyordu. Çoban köpeği kırması olan köpek avlanırken delikanlıya eşlik ederdi.
Bir akşam ağız dalaşı sırasında Antoine haince bıçaklanarak öldürüldü. Katil Nicolas Ravolati aynı gece Sardunya’ya kaçtı.
Yoldan geçen birkaç kişi oğlunun ölüsünü getirdiklerinde kadın hiç gözyaşı dökmedi. Sadece hareketsiz, uzun uzun ona baktı durdu. Sonra kırışık elini ölünün üzerine koyarak öç alacağına yemin etti. O gece kendisiyle birlikte kimsenin kalmasına izin vermedi ve köpekle birlikte ölünün yanına kapattı kendini. Köpek ulumaya başladı ve hiç ara vermeden, yatağın ayak ucunda dikilmiş, başı sahibine doğru uzanmış, kuyruğunu ayaklarının arasına kıstırarak ulumayı sürdürdü. O da kadın gibi hareketsizdi. Ölünün üzerine eğilmiş duran sabit bakışlı kadının gözlerinde artık yaş vardı, yanaklarından süzülen iri damlalı yaşlar.
Delikanlı, üzerindeki kaba kumaştan bir ceket ve göğsündeki bıçak yarası ile sırtüstü uyuyor gibiydi. Fakat her yerde kan vardı. İlk yardım için birisinin yırttığı gömleğinde, yeleğinde, pantalonunda, yüzünde ve ellerinde. Ayrıca saçında ve sakalında kan pıhtıları vardı.
Yaşlı kadın konuşmaya başladı. Onun sesini duyan köpek sustu.
“Kanın yerde kalmayacak yavrum, öcün alınacak oğlum, zavallı evlâdım. Huzur içinde yatabilirsin, çünkü öcün alınacak. Beni duyuyor musun? Bu sözü veren benim, ben annen. Çok iyi bilirsin ki annen sözünü tutar.” Ve yavaşça eğilerek soğuk dudaklarını oğlunun ölü dudaklarına bastırdı. O anda Semillante tekrar inilti sesleri çıkarmağa başladı. Giderek tekdüze ve yürek paralayıcı yakınma iniltisine dönüştü sesi.
Kadın ve köpek, ikisi de sabaha dek orada kaldılar.
Ertesi gün Antoine Saverini toprağa verildi ve kısa sürede ondan hiç kimse söz etmez oldu kasabada. Arkasında erkek kardeş ve yeğen bırakmamıştı. Kan davasını sürdürecek hiçbir erkek yoktu. Yalnızca annesi, o yaşlı kadın bu işin üzerinde düşünüyordu derin derin.
Kadıncağız sabahtan akşama dek boğazın karşı yakasındaki beyaz ve küçük bir noktaya bakıyordu. Orası düşmanlarınca izlenen Korsika eşkiyalarının sığınak olarak kullandıkları Longosardo isimli küçük bir köydü. Kadın Nicolas Ravolati’nin kendi güvenliği için o köye gittiğini biliyordu.
Bütün gün tek başına penceresinde oturup gözleri Longosardo’ya dikili, öcünü nasıl alacağını düşünüyordu. Sakat, günleri sayılı ve hiç kimsenin yardımı olmadan nasıl yapacaktı bu işi? Fakat söz vermişti; oğlunun ölüsü üzerine yemin etmişti. Unutamaz ve bekleyemezdi. Nasıl harekete geçmesi gerekiyordu? Artık geceleri uyumuyordu. Huzur ve dinlenme diye bir şey yoktu onun için. Beynini zorlayarak düşünmeyi sürdürüyordu. Dişi köpek ayaklarının dibinde uyukluyor, arada bir başını kaldırıp uluyordu uzaklara doğru. Bu biçimde ulumasında sanki yitik sahibine sesleniyormuş ve bunu yaparken silinmesi olanaksız bir anıyı canlı tutuyormuş gibi bir hava vardı.
Bir gece Semillante yine ulumaya başladığında Ana’nın aklına ansızın yabanıl bir düşünce saplandı. Öcüne yönelik ve yırtıcı olan bu düşünceyi sabaha dek aklında evirdi, çevirdi ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte kiliseye gitti. Diz çökerek dua etti ve oğlunun öcünü alabilmesi için kendisine arka çıkması, yardım etmesi ve yıpranmış bedenine yeterli güç vermesi için yakardı Tanrı’ya.
Sonra eve döndü. Avluda çatı oluklarından inen yağmur sularını toplamak için kullandığı, üst kenarında büyücek bir delik olan bir fıçı vardı. Onu ters çevirip boşalttıktan, taşlarla ve kazıklarla iyice toprağa oturttuktan sonra Semillante’yi bu yeni icat köpek kulübesine zincirledi. İşini bitirip eve girdi; odanın içinde ileri geri yürürken gözleri karşı kıyıya dikiliydi, katilin olduğu yere.
Dişi köpek o gün ve izleyen gece boyunca uluyup durdu. Sabah olunca yaşlı kadın ona bir çanak içinde su götürdü; başkaca hiçbir şey vermedi, ne ekmek, ne de et sulu yemek artığı. Bir gün daha geçti. Semillante bitkinlikten ötürü kendinden geçmiş gibi uyudu. Ertesi sabah gözleri parlamış, tüyleri dikleşmişti. Umutsuzca zincirine asılıyordu.
Kadın bir gün daha yiyeceksiz bıraktı onu. Köpek yarı çılgın halde boğuk sesle havlıyordu. Bir gece daha geldi, geçti.
Kadın ertesi sabah erkenden bir komşusuna giderek iki demet saman istedi. Eve gelince kocasının eski elbiselerini aradı ve bulduklarına saman doldurdu. İnsan görünümünü verdiği, kukla ile korkuluk arası bu şeyi köpeğin kulübesinin yanına diktiği bir sopaya ayakta dikilmiş biçimde bağladı. Eski çamaşırlardan bir de baş ekledi ona.
Köpek gördüğü şeye şaşırmış, korkuluğa bakıyor, fakat açlıktan ölmesine karşın hiçbir tepki göstermiyordu.
Sonra yaşlı kadın domuz kasabına gidip bir parça kara sosis satın aldı. Eve dönünce avluda, köpeğin yakınında odun ateşi yakarak sosisi kızartmaya başladı. Köpek, gözlerini kızaran ete dikmiş, midesi etin kokusuyla işkence altında ve ağzı köpükler içinde atlayıp zıplıyordu.
Bu arada yaşlı kadın dumanı üstünde kızarmış et parçasını samandan adamın boynuna bir tasma takar gibi yerleştirmeye başladı. Epey zaman harcadı bunu yaparken. Et parçasının ucunu alabildiğine derine itiyordu.
İşi bitince köpeği serbest bıraktı.
Hayvan korkuluğa doğru sıçradı. Öyle bir sıçradı ki kolayca boğazına ulaşmış ve pençeleri korkuluğun omzuna geldiğinde dişleri gırtlak kısmına geçmişti bile. Sonra çeneleri arasında avından bir parça olduğu halde yere düştü. Tekrar sıçradı, dişlerini kumaş parçalarının arasına sokup silkme ve çekme hareketiyle etin bir parçasını daha koparıp tekrar geri düştü, hemen kalkıp yine sıçradı. Azgın ve yırtıcı zıplamalarla samandan adamın yüzünü ve boynundaki kokulu tasmadan kalanları paramparça etti.
Yaşlı kadın sessiz ve hareketsiz, fakat parlak gözlerle seyretti köpeği, sonra onu zincirine bağladı. İki gün daha aç bıraktı ve köpeğe yaptırdığı bu garip eğitimi birçok kez yineledi.
Üç ay boyunca sıçrama ve dişleriyle koparma sonucu yemeğine kavuşmasını öğreterek köpeği eğitti. Onu zincirle bağlamayı da bıraktı. Artık yalnızca saman adamı parmağıyla göstermesi yetiyordu. Ayrıca saman adamın boğazına et saklamasına gerek kalmadan da ona saldırıp parçalamaya alıştırdı köpeği. Sonra da onun için pişirdiği sosisi ödül olarak veriyordu.
Artık Semillante saman adamı görür görmez titremeye ve hemen sahibine bakmaya başlıyordu. O da parmağıyla göstererek ıslık gibi bir sesle “Haydi yakala,” diyordu.
Yaşlı kadın vaktin geldiğine karar verdiğinde bir pazar sabahı kiliseye gidip günah çıkarttı ve arkasından duygusal bir çoşku içinde toplu duaya katıldı. Sonra yırtık pırtık giysiler içindeki erkek bir dilenci kılığına bürünerek Sardunya’lı bir balıkçı ile karşı kıyıya geçme pazarlığı yaptı.
Köpekle birlikte Longosardo’ya girdiklerinde Korsika’lı yaşlı kadın bir yandan hafifçe topallıyor, öte yandan taşıdığı bez torbayı arasıra köpeğe koklatıyordu. Büyük bir parça sosis vardı torbada. Köpek iki gündür açtı, torbayı kokladıkça yerinde duramaz oluyordu. Kadın bir fırıncıya uğrayıp Nicolas Ravolati’nin nerede oturduğunu sordu. Nicolas eski mesleği olan marangozluğa dönmüştü. Dükkânının arka kısmında tek başına çalışıyordu.
Yaşlı kadın kapıyı iterek açtı ve seslendi: “Hey, Nicolas!”
Adam başını çevirdi. O anda kadın köpeği salarak haykırdı: “Haydi yakala onu!”
Açlıktan gözü dönmüş köpek atıldı, adamı boğazından yakaladı. Adam onunla güreş yapar gibi yere yuvarlandı; birkaç saniye topuklarıyla yeri döverek kıvrandı, titredi ve köpek dişleriyle gırtlağını parçalarken hareketsiz kaldı.
Kapılarının önünde oturmuş iki komşu yaşlı bir dilenci adamla kemikleri fırlamış kara bir köpeğin önlerinden geçtiğini ve köpeğin hem yürüyüp hem de sahibinin verdiği siyah bir şeyi çiğnediğini çok iyi anımsadılar.
Yaşlı kadın akşam evine vardı ve derin bir uyku uyudu o gece.